Ney'i Arıyorsun?

Günlerden Pazar.

Sobadaki ateş sönmek üzere. Isıttığım koltuğumdan kalkıp balkona ulaşmak, bir kutuptan diğer kutba yolculuk etmek. Ama ne çare…

Kalk Kayra dedim kendi kendime. Odunu tazelemek için tembelce balkona yürüdüm. Balkonun kapısını açmamla içime giren soğuk rüzgar bütün vücudumla hızlı bir savaşa girdi ve galip gelerek ayrıldı ayaklarımın ucundan . Üstüne üstlük bütün gün muhafaza ettiğim sıcacık tembelliğimi de çalıp götürdü ayaklarımın ucundan.


Elimdeki odunları yerine bıraktım. Yolculuğumun ilk durağı olan sıcak koltuğuma baktım. Soğuk bir kere girmişti içime ve alıp götürmüştü bütün gün sakladığım tembelliğimi. Son cılız ateşini kendisi söndürsün diye sobayı tek başına bıraktım.

Üzerime bir şeyler aldım... Dışarı attım kendimi. Kapımın kilidini bir kez döndürdüm. Paltomun fermuarını çektim, ellerimi paltomun sıcacık ceplerine soktum, yakalarımı kaldırdım ve önüme bakarak yürümeye başladım.

Bayır aşağı, uzun ince patikamdan inerken arada başımı kaldırıp karanın içine boynuz gibi kıvrılmış denize bakıyordum. Eskiden paşa babalar, dedeler burada hanım kızları gezdiren kayıklara altın atarmış. Hanım kızlar da hiç oralı olmaz, peçelerini kapatır başlarını diğer tarafa çevirirmiş. Ama ne mümkün… Hoşlarına da gidermiş bu. İpek peçelerinin altından görünürmüş ince gülümsemeleri.

Patikanın sonundan caddeye çıktım. Yolun karşı tarafına geçtim. Yürümeye devam ettim.

Trafik lambalarının hükmünü kaybettiği saatlerdi. Otobüsler son kaygılı suratları taşıyordu bir yerden bir yere. O saatlerde şehir kendi günahlarının hesabını verir. Tek amacı sabaha günahsız ulaşabilmektir.

Belki, ben de şehri günahsız yakalarım dedim.

Belki bir yanar, bir sönerim dedim kışın yüzümü yakan rüzgarında, iliğimi donduran soğuğunda.

Belki de kendimi ararım içimden geçen sokaklarda. Yürümeye devam ettim kıyı boyunca.

Uzun zaman olmuştu onu kaybedeli. Aslında kaybetmemiştim. O gitmek istemişti. Ben de gidişine çaresiz gözlerle bakmak zorunda kalmıştım. Haklıydı giderken. Neler vaat etmiştim ama neler vermiştim ona. Buna rağmen giderken suratına bile bakmamıştım. Onsuz çok daha mutlu olacağımdan o kadar emindim ki… İstediğimi giyecek, istediğimi yiyecektim. İstemediklerim de bir tarafta duracaktı. Benim istediklerim ve benim istemediklerim diye ikiye ayıracaktım dünyamı. İstediklerimle çokça vakit geçirirken, arada istemediklerime de uğrayacaktım.

Şimdi ise arıyorum onu. Çok. İstediklerime de istemediklerime de o karar versin. Arıyordum onuiçimden geçen sokaklarda.

Arayan bendim…Aranan da…

Epeyce yürümüşüm. Vücudum soğuktan kaskatı kesilmiş. Yağan yağmuru bile hissetmemişim. Sırılsıklam olmuşum. Ellerimi ceplerimde o kadar sıkmışım ki çıkarıp baktığımda mosmor olmuşlardı. Nefes alıp verişim derinleşmişti. Sanki ciğerlerim azcık daha geniş olsa bütün dünyayı soluyacaktım tek nefeste. Sığamıyordum içimdeki sokaklara. Dar geliyordu. Dışarıdaki ayaza inat buram buram terliyordum. Bir an ona yaklaştığımı hissettim.

Uzaktan bir ışık parladı gözüme, sert sert.

Karşıdan bir otobüs geliyordu. Eve geri dönmek iyi olacaktı. Tamamen tembellikle geçen günün üzerine çok yormuştum kendimi. Hem zihnimi, hem bedenimi. Aramaktan vazgeçmiş gibiydim. Belki de bu gece karşılaşmaktan korkuyordum.

Otobüse bindim. Günün son kaygılı suratlarıydı. Kaptan şoför son servisi yapıyordu. Bir yerden bir yere taşımalar bugünlük sona erecekti. Arka dörtlüde yerimi alırken otobüsün ısıtıcıları donmuş kemiklerimi okşuyordu. Kendime geliyordum. Önümde genç bir çocuk oturuyordu. Camdan dışarı bakıp kendi kendine bir şeyler söylüyor, kafasını bir aşağı bir yukarı sallıyordu. Mimiklerinden anladığım kadarıyla konuşmakta güçlük çekiyordu. Gözlerinden biri de yarı kapalıydı.

Şükrettim. Şükürler olsun…

Son durağa gelmek üzereydik. Otobüsteki herkes yavaş yavaş kapılara yöneliyordu. Önümdeki genç de büyük bir çabayla oturduğu yerden kalmaya çalışıyordu. Kalkmak için yaptığı her hamlede dizleri titriyor ve tekrar yerine oturuyordu. Oturduğu koltuğun yanından geçerken birden koluma sarıldı. Anlamadığım bir şeyler söyledi ama yardım etmemi istediği aşikardı. Elleri de tutmuyordu. Ellerini yumruk yaparak koluma tutundu, ayağa kalktı. Kapıya kadar bebek adımlarıyla yürüdük.

Bu şekilde eve nasıl gidecek? Biri mi bekliyor acaba durakta?

Otobüs durdu, kapılar açıldı, güç bela otobüsten indik. Yine anlayamadığım bir şeyler söylemeye başladı. Elleriyle anlatmaya çalışıyordu ama elleri de tutmuyordu. Parmaklarıyla anlatmaya çalışıyordu, parmaklarını açamıyordu. Ne dediğimi anlıyordu ancak konuşamıyordu. Eve mi gitmek istiyorsun diye sordum; yumruk yaptığı elleriyle bir beni bir kendisini gösterdi. O yürümeye başlayınca ben de yürümeye başladım.

Evine götürüyordum. Yolu gösteren oydu. Ben kendi kendime konuşuyor gibiydim. Arada ona dönüp sorular soruyordum, o da yüzünde anlamsız bir gülümsemeyle ağzında bir şeyler geveleyerek konuşmaya çalışıyordu. Ona bu gece kendimi nasıl dışarı attığımı, daha sonra ne yaptığımı, neyi niçin aradığımı anlattım. Kafasını bir yukarı bir aşağı sallayarak gülümsüyordu, her dediğim onay mekanizmasından hemen geçiyordu; kafasını sallıyorsu. Yolun sonuna yaklaşıyor gibiydik. Uzaktan benim patika da görünmüştü. Son bir soru daha sordum:

- Adın ne senin?

Ağzında bir şeyler gevelerken birden çıkıverdi dudaklarından:

- Kaa yyy ra...

0 Buyur Burdan Yak:

Yorum Gönder